Soyut

Eğer bu rapor size ulaşmışsa burada yazan her şeyi zaten biliyorsunuz; bu rapor bir araştırma ya da bildirim raporu değil böylece. Aynı sebepten, insan birikiminin herhangi bir türüne katkı yapması için de yazılmamıştır. Sonuçta bu değillemeler bu raporun kendisi için yazılmadığını ve sadece onun da hizmet edebileceği bir amaç için yazıldığını gösteriyor. Ve bu amacına ulaşılabilirse görevini tamamlamış olacak.

En son söyleyeceğimiz şeyi en baştan söyleyebilmenin gereksinimi içerisindeyiz. Çünkü yeni bir haber vermeyeceğimizi biliyor ve bu nedenle şimdi okuyucuya doğrudan bildireceğimiz bu metnin yazılma gayesinin verebileceği refleksif perspektif sayesinde, okuyucunun bilincine burada yazılan şeyleri tekrar hatırlatmanın mazereti olan hatırlamayı ve böylelikle diri ve eylemci “yeniliği” getirebileceğini ümit ediyoruz. Çünkü kendisi için varolmayan ve bir Müslüman topluluktan başka bir Müslüman topluluğa yazılmış olan bu mektup, ülkemize iltica etmiş olan Suriyelilerin yaşadıklarını ve hangi ahval içinde olduklarını, bizim Müslüman ülkemiz olan Türkiye’deki durumlarını, çok acil toparlanmış olan bir kompozisyonda hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Allah’ın yazdığı tarihin bize şimdi bıraktığı roller ve yükümlülükler bunlar idiyse, biz sınavımızı kaybediyoruz.” Bu iletinin ardından da devam ediyor: “…Belki bir cemiyet olarak siz de kendi içinizde bu meseleye neşriyat ya da doğrudan eyleminizle karşılık veriyorsunuz. Ama 14 Mayıs seçim döneminde ülkedeki çeşitli insanların düzenlediği programlarla en güçlü formuna ulaşmış, 7 Ekim’den sonra kış uykusuna çekilmiş olan ve şimdilik bir takiyyeci formunda dinlenen Suriyelilere yönelik ırkçılık programının, önümüzdeki tarihsel şerit içinde kendine yeni bir canlı nesne bulacağı anı bekleyen konak bir virüs organizma olduğundan şüphe duymuyoruz, eğer bizler ona müdahale etmez ve ondan önce orada olmazsak.”

Bu raporu sizlere ulaştırma gereği duyan bizler, kendi kaynaklarımızın el verdiği bir mikyasta bu problemleri çözmek için gayret içinde olduysak bile, 7 Ekim’den sonra Hamas’ın ve Filistinlilerin mücadelesine bir kez daha tanık olurken, bu savaşta kendi tarafımızı bir şekilde onların safında bildirilebilmek yükümlülüğünün altında ve Müslüman olarak dışavurma girişimlerimizde iken, kendimizi çeşitli Müslüman dostlarla tanışabilmenin ve onlarla birleşebilmenin imkânı içinde bulmuş, bu imkânla bize gelen ve her zamankinden daha çok ve daha büyük bir itminan ile çeşitli İslamî oluşumların eylem için bir aradalığı fikrine dair bir inancı kendimizde bulmuştuk. Bundan ötürü belki de, yani belki de bu inancı duymanın esintisiyle bu sözleri ulaştırma fikrini de birden kendimizde hazır olarak bulduk. Bu rapor, işte bu inancın gereğini yapmaya çalışıyor.

Biz de elimizden daha fazlasının gelmesi adına duaya sahibiz. Ve nihayet okuyucuya mesajımız şu olacak: Suriyelilerin ülkemizdeki meselesi hususunda bir içtima düzenleyin ve bu meseleyle alakadar olan, –biz de dahil olmak üzere– bütün sivil toplum örgütlerini bu büyük toplantıya davet edin. Biz de bu büyük, daha güçlü, daha isabetli organizasyonda bize biçilen bir yükümlülüğü üstlenmeye hazırız. Ama ne yapıyorsak birlikte yapalım ve bunlar, ırkçılık uykudan uyanmadan önce olsun.

Bu iletinin bütün arzuları işte bunlardır.

 

1. Giriş

(Not: Bu bölümdeki grafiklere ilişkin kaynak koda şu linkten ulaşabilirsiniz.)

2013’ten beri varolan bir problemden söz ediyoruz. Peki 2024’de bu problemden bahsetmeye neden gerek var?

2020 öncesinde algılar üzerine farklı yöntemlerle yapılan çeşitli analizler (Topal ve diğ., 2016 ; Topal ve diğ., 2017 ; Öztürk ve diğ., 2018 ; Aslan ve diğ.,2019) Türkiye’de Suriyelilere yönelik olumlu izlenimlerin olumsuzlardan daha fazla olduğunu gösteriyorken 2020’den sonraki araştırmaların (Karaman, 2022; Parlak ve diğ., 2023) sonuçları, algılardaki olumsuz yargıların istatistiğinin olumlulardan daha fazla olduğu sonuçlarını gösteriyordu. Dolayısıyla araştırmaların sonuçlarındaki algılardan da önce, bir araştırmacının kendisinin bile algısını bu değişim konusuna çeken şey, muhtemel ki birincil deneyimlerin gözlemde bu sonucu aşikâr kılmasıydı. Böylece zaman içinde neredeyse, –karşılaştırılan araştırmalardaki ölçüm metotları aynı olmadığından bu grafik yanlış olsa da– bir ırkçılığın doların dalganmasıyla doğru orantılı olduğunu düşünebilirdik,

 

Fakat bu ikisi arasında dolaylı bir kolerasyon kurabilmek için, iş gücü piyasalarında yerli halkın dışlanmasına dair az bir kanıt olmasına rağmen (Akgündüz ve diğ., 2015)  Suriyelerin ekonomiye olumsuz etkilerinin olduğundan (Türkan, 2017) ya da onların Türkiye ekonomisinde, enflasyonda ve konut fiyatlarında uzun vadede mutlaka olumsuz sonuçlar verdiğinden (Kaya ve diğ., 2021; Akgündüz ve diğ., 2015) bahsetmek gerekir. Bu durumda yukarıdaki grafiği doğru kılan ilişkinin, insanların ırkçı olmalarına sebep olan deterministik bir yasa, bir hayatta kalma içgüdüsü olduğunu kabul etmiş oluruz. Ve eğer bu problemi bir şekilde –mutlak bir çözüme kavuşturmasak da, eskisi gibi– dengeye getirmek istiyorsak, bizim de bu deterministik yasaları göz önüne almamız gerekir.

Fakat bu elverişli şartlar, yalnızca virüsün canlı formuna ulaşmasına olanak veren konak hücreyi temsil ediyordu. Çünkü “siyaset, gerçekleştirilebilir olandır.” referansını yapanlar, insan temayüllerinin nereye doğru akacağını ve bir insanın hayatı tehlikeydeyken onun erdemli davranmasının daha da güçleşeceğini bilmediklerine göre, göçmenleri devre dışı bırakma programını üretmenin –daha kolay, böylelikle daha gerçekleştirilebilir olduğu için– hızlıca karşılık bulacağını, devletlerin siyasi tarihlerinden biliyor olmalıydılar. Bu şartlar altında virüs kendine bir konak buldu. Böylece doların dalgalanması ırkçılık ile en başta doğrudan güçlü bağlantılar içinde değildi; fakat “gerçekleştirilebilir” bir siyasi program hazırlayanlar Suriyelileri deport etmenin mümkün olduğunu düşünmüş olacaklarından, onları doların dalganmasının tek bağımsız değişkeni olarak öne sürdüler. Fakat dolar, yalnızca metayı, yani toplumun deterministik talebini temsil eden bir değişkendi. Ve ne zaman sosyal fayda talebi artsa –tıpkı salgında olduğu gibi (Koytak ve diğ., 2023 )— insanlar göçmenleri hedef gösterebilecekti. Çünkü belli ki şu deterministik güdü her zaman –ve özellikle insan felaketlerinde, yani durumların zorlaştığı ve erdemli olmanın daha çok güçleştiği zamanlarda–, kaynakların paylaşımında ”doğuştan yaşama hakkına sahip olmayan” -bu göçmenlerin- birazcık bile payları varsa ya da bu paylaşım bir ihtimal olarak dahi oradaysa, onları devreden çıkarmayı öne sürüyor.

Bu durumda dolar sadece bir katalizör oluyor. Ve tepkimenin asıl faktörü hep orada, kendine başka bir reaktif arıyor. Çünkü eğer salgını Suriyelilerin başlatmadığı konusunda bir şüphe yoksa ve böyle bir zamanda dahi ırkçılıkta dalgalanmalar oluyorsa, bu durumda baştaki savların gözden geçirilmesi gerekir. Bu da bizi her zaman kendine yeni bir nesne arayan ve bulmaya devam edecek olan ırkçılık programına götürüyor. O da tıpkı deterministik bir yasa olan bir virüs salgını gibi: Hızlı, etkili ve bulaşıcı. Çünkü bir insan yaşama hakkına sahip değilse bile bu onun sadece yaşama hakkına sahip olmadığını gösterir; böylece eğer göçmenlerin deport edilmeleri yurttaşların yaşama şartlarını daha iyi düzeye çıkaracaksa dahi, göçmenlik hakkının göçmenlerin tasarrufunda olmaması, onlardan nefret etme “meşruiyet”ini yurttaşların elinden alıyor. Dolayısıyla kendini bir ekonomik program olarak sunmaya çalışan ırkçılık programının söylemlerindeki öfke eğilimi(Yılmaz ve diğ., 2023), bu programın amacını kendi lisan-ı hâli içerisinde ele vermiş oluyor böylece. Ve bu da bizi Türkiye’deki Suriyelilere yönelik algının olumsuza doğru dönüşümündeki ırkçılık programının çeşitli gerçekleşme/yürütülme biçimlerine (Yılmaz ve diğ., 2023 ; Taşğın, 2020) götürüyor. İşte bu raporun altını çizmek istediği ve okuyucunun kendi birincil ve apaçık olan deneyimiyle örtüşeceğini bildiğimiz şey, bu ilişki çeşitli değişkenlere bağlı olan karmaşık bir ilişki (Tumen, 2023 ;
Kınıklıoğlu, 2020) olsa da gözlemlenen gerçek, özellikle bu yürütülen ırkçılık programı ile Türk halkının Suriyelilere yönelik olumsuz algısının arttığı olgusudur.

Bazı araştırmalar Millet ittifakı seçmenlerinin Cumhur İttifakı seçmenlerinden daha ayrımcı tutumlar sergilediğini gösteriyor (Bandúr, 2020), bazıları olumlu tutumların dinî motiflerden kaynaklı olduğunu gösterirken kişisel ekonomik endişelerin bu faktörleri aşabilecek güçte olduğunu (Morgül ve diğ., 2021) veyahut bu çerçevelerin genellikle olumlu tutumları sürdürmeye yetmediğini, bazıları politik retoriğin algıyı doğrudan etkilediğini (Alakoc ve diğ., 2021) ve bazılarıysa son dönemde Suriyeli mültecilere yönelik tutumların yüksek düzeyde siyasallaştığını (Gökçe ve diğ., 2021) gösteriyor. Herkes bunu toplumdaki çeşitli değişkenlerle ilişkilendiriyor. Fakat sebebi ne olursa olsun, bir asır önce Türkiye bir sürgün ülkesiyken şimdi bir Cezayirli için Fransa neyse bir Suriyeli için de Türkiye odur. Ve sonra, yine hangi sebepten olursa olsun hiçbir sebebin ırkçılığı meşrulaştırmaması bu vakıayı olduğu gibi kabul etmeyi bizim için imkânsız kılıyor. Fakat nihayet bu olgu, Türkiye’ye aittir.

Bütün tali faktörler esas gerekçe olan algıya katılıyor sonra. Ve algı, ani müdahaleleri kabul etmiyor. O, yavaşça kazanda kaynıyor. Bu açıdan bizler, kendi küçük çevremizde bile bu dalganın etkilerini görmüştük. 2023 Mayıs seçimlerinden sonra göçmen/ırkçılık programını yürüten parti seçilememiş bile olsa onun tesiratıyla kamuoyunda bırakılan izlenimler ve algıdaki bu değişiklik sonrası kamuoyunun yeni beklentileri, yalnızca menfi bir toplumsal atmosferle değil fakat aynı zamanda siyasi iradenin müdahaleleriyle de karşılık bulmuştu. Bu da bize Türkiye’nin tarihsel şeridinde göçmen karşıtı partilerin, vakıadaki ilişkiler her ne kadar karmaşık olsa bile aslında onların tam da bu karmaşıklıktan faydalanarak kamuoyunun algısında Suriyeliler ve yaşam şartları arasında bir doğru orantı kurmayı başarabileceğini, özellikle Türkiye’de göçmen programı siyasi açıdan ayrıştırıcı/belirleyici olacağından kamuoyunu kendi kampanyasına ikna etmek için –kendi göçmen programının lehine– bu vakıanın toplumdaki karşılığını olumsuz söylemiyle büyüteceğini, böylece Suriyeliler konusundaki algının bütün dalgalanmalarda etkileceğini gösteriyor. Öyle ki, kamuoyunun olmayan bir probleme inanması her zaman yeni bir problem oluşturacağından, bütün bu yaşananlar göçmen karşıtı söylemlerin sahiplerinin kaybetseler bile bazı şeyleri “kazanacaklarını” gösteriyor. Yani Suriyeli göçmenlerin her zaman bir şeyler kaybedeceklerini.

Dolayısıyla 2013’ten farklı olarak 2024’te, Türkiye’de Mülteci Meselesi’ne ilk on yılını geride bıraktıktan sonra bakıyor ve onun hareketlerini izliyoruz. Toplum ne kadar refah içinde olursa olsun onun sosyal fayda talebi kendine yeni bir nesne bulacağından, göçmen meselesinin sadece farklı biçimlerle tezahür edeceğini düşünüyor; insanlık tarihi kadar eski olan bu problemi mutlak çözüme kavuşturmaktan söz etmeden, yalnız onu toplumun içinde bir dengeye ulaştırabilmeyi ümit ediyoruz. Ümidimiz aslında bunu ümit eden tek kişi olmamamız sebebiyle. Ve önerimiz de, Türkiye’de bu konuyu çalışan gerçek ve tüzel kişiliklerin bulunduğu olgusunu göz önüne alarak bütün tarafların birlikte çalışmasına yöneliktir.

Göçmen meselesinin artık (ve çoktan) bir Türkiye olgusu olduğunu, bu algıya karşılık hiçbir şey yapılmazsa –dolar ya da başka bir fayda nesnesiyle ilişki fark etmeksizin– yukarıdaki grafikte olduğu gibi olumsuz algının mutlaka başka bir nesneyle ilintili olarak artacağını düşünüyor ve seçimlerin Suriyelilerin “lehine” sonuçladığı bir senaryoda bile, olumsuz algının ortaya çıkardığı sonuçların mutlaka onların aleyhine bir sonuç yaratacağını düşünüyoruz. Bu da bizce, –ileride farklı formlarda devam edeceği öngörülen– olumsuz algı programına bir karşıt ağırlık oluşturabilecek –ve olumlu algıya hizmet edecek– anti-programın, muhataplar tarafından birlikte çalışılmasını gerekli kılıyor. Eğer bu incelikli programa önceden başlanılmazsa, tıpkı Mayıs çizgisinde yaşandığı gibi sivil toplumun etkinlik alanı –tıpkı bir halka savaşta değil de, savaş sonrasında yardıma gitmek gibi– sadece bu olumsuz algının ortaya çıkardığı kötü sonuçları hafifletmeye yarayacak. Fakat bu sivil toplum kaynakları ve iradesiyle çok güçlüdür ve belki de mesele İslamî oluşumların eylem için bir aradalığı fikrini çözebilmekte olacaktır.

Bu rapor bütün iletisini şimdiye kadarki bölümde çoktan bildirmiştir; bundan sonrasında hatırlatıcı işlevinin gereği olarak, bazıları 2023 Mayıs eşiğine ilişkin bazıları genel bir ahvali işaret edecek şekilde, bazen sayılara ilişkin sınıflandırıcı metotlarda ve bazen her birinin biricikliğine yönelmiş, Türkiye’de yaşayan çeşitli yaşlardan Suriyeli örneklerinin sunumunu bulacaksınız.

 

2. İzlenimler

(Not: Bu bölümdeki çıktılara ilişkin kaynak koda şu linkten ulaşabilirsiniz.)

Bir görüntüyü bildirmek istiyoruz. Malum bir görüntüyü göstermek için hazırlanılmış bir odağa getirebilecek ilk eleştiri onun güdümlü olmasıdır elbette; fakat bir yönelim zaten yöneldiği yöne doğru güdümlüdür ve her perspektifin bir merkez noktası vardır sonuçta. Bu yüzden, olası bütün çıkarımları kapsayıcı bir çalışma olsaydı bile bir yere güdümlü olacaktı bu araştırma mutlaka. Bu birincisi.

İkincisi, çeşitli görüntüleri biliyoruz ama biz illaki bir görüntüyü görmek istiyoruz. Dolayısıyla diğer çıkarımlar ve durumları kapsayıcı bir kazı en başında gayemiz olmadığı için, bu raporun bildiri temasına uygun bir görüntüyü tebarüz ettirmek istiyoruz. Bu görüntü de elbette kendi birincil deneyimlerimizde vazıh olan Suriyelilerin acılarına dairdir. Ve ne olursa olsun acı en gerçek şey olduğundan bunu gösteren bir açıdan başka bir odak da doğrudan ilgimize konu olamadı.

Sonuçta Suriyeliler’in aleyhinde –ya da kötünün yani dışarısının homojenleştirilmesiyle Araplar isminin kapsadığı bütün sair göçmenlerin aleyhinde– bir şeyler de söylenerek bu meseleye bütünüyle bir entegrasyon meselesi olarak bakılabilirdi. Nitekim öyleydi, bu mesele her iki tarafın da aleyhine işleyen bir entegrasyon meselesiydi. Ama tıpkı Yesrib’i Medine’ye dönüştüren durumda olduğu gibi, aynı zamanda bu iş her iki tarafın lehine işleyen bir süreç de doğurabilirdi. Şu ana kadar olmadı, ama henüz sonlanmadı. Bu böylece Türkiye’nin ve bizlerin meselesi haline geldi. ”Bir süreliğine.”

 

2.1 Anketler ve İstatistikler

(Not: Hazırlanılan araştırma anketlerine şuradan ulaşabilirsiniz.)

Doğrusu bu araştırmanın izleyicilerinden biri olarak bizler için de, grubu tanımlayan ve daha sonra ilk izlenimleri veren bu dağılımda şu ortaya çıkıyor ilk önce: Kimse Suriye’ye dönmek istemiyor. Çünkü Mayıs dönemindeki, kamuoyundaki beklenti hareketliliğine tepkisel olarak kimliksiz göçmen denetimlerinin sıklaştırılmasıyla ufak bir göç dalgasını tetiklediğini düşünebileceğimiz zamanlardan sonra bile hâlâ Türkiye’de Kalmak fikri ya da başka bir tercih imkânına sahip olduklarında bile Türkiye fikrinin onlar için bu kadar güçlü olduğunu düşünmüyorduk. Dolayısıyla bu düşünce, bu işin geçiciliğinin yanına bir soru işareti koyuyor bir daha.

Daha sonra, bir yöntem, fakat daha çok anlamaya ve çözmeye yönelik bir yöntemin icrasında olsaydık, öznitelikler arasında birtakım korelasyonları değerlendirmek için bir kategori matrisi çıkarılabilirdi örneğin,

 

 

Böylece grubun kendi içinde –konumuza dair olmayan– pek çok korelasyon çıkıyor, bunların kimisi bariz ve doğal olduğundan önemsiz, örneğin bunlar matrise baktığımızda sıcak bölgelerde yaş kategorisiyle (#2), medeni durum (#7) ya da iş durumu (#6) arasındaki çeşitli anlamlar; kimisi de dolaylı olarak konuya dahil olabilecek şeyler, Türkiye deneyiminin Suriyelilerin gelecek planları arasındaki ilişkisi mesela,

 

Burada bariz olan anlam şu: Türkiye deneyimi, Türkiye’de kalma arzusunu düşürüyor. Ve örnek uzayın küçüklüğü, bu düz orantı çizgisindeki sıçramalara sebep olmuş olabilir. Böylece “Türkiye’ye yeni gelen biri Türkiye’de kalmak istiyor.” gibi ya da “Eğer yeni gelen birisi (0-2 yıl) mutlak surette Türkiye’de kalmak istemeseydi ya da çoğunlukla Türkiye’den gitmek isteseydi, bu durumda bu harekete Türkiye’nin Avrupa ülkelerine transit olarak kullanılmasına ilişkin bir anlam verebilirdik.” gibi yargılar askıda kalırlar.

Çeşitli sorularla devam ettiğimizde şöyle bir ilişki ortaya çıkıyor,

Bu kategorik ve skor bazlı sonuçları birlikte incelemeden, daha kolay anlayabilmek için ilk kategorilerden hareketle sınıflara ayırmamız gerekiyor ve bunun için de çeşitli sınıflandırma yöntemlerine veriyi beslemeden önce, ankette istatistiğe dahil etmediğimiz bazı boş bırakılan cevapları şimdi doldurmamız gerekiyor: Numerik veriye sahip sütunlar (#10-#28) normalize edildikten sonra sernin medyanına göre eksik veri doldurma (Data imputation) yapıldı. Kategorik verinin işlemi ise serinin moduna göre yapıldı. Sınıfları görüntüleyebilmek adına da PFA yöntemiyle boyut indirgeme (Dimensionality reduction) işlemi yapıldı ve daha sonra bu indirgenen boyutlara göre KMean yöntemiyle veri, 3 sınıfa göre ayrıldı,

Sınıflandırıcının, muhtemelen diğer cevaplarında belirli bir noktada kümelenmesini önceleyen ve temel olarak Yaş kategorisinde bir ayrımı yakaladığını görüyoruz. Ve ancak genç nüfusun görüş puanlarında iyimser olduğu ortaya çıkıyor. Ve bundan itibaren bu iyimserlik diğer kümelerde doğru bir çizgiyle azalıyor. Verilerin kendi içerisindeki bağlı ilişkiler doğrudan konumuza girmiyor, dolayısıyla verileri yalnızca daha anlaşılabilir bir odakta göstermeye çalıyoruz.

Bu sonuçlar bize onların algılarına dair bir ilk izlenim sunuyor. Örneğin #27 (sosyal hizmetler) sorusunda büyük çoğunluğun algısı iyimser (%41.46) gözüküyor. Bu soru tipi aslında kendi türünün, sosyal hizmetlere dair sorular türünün bir örneği ve ona verilen cevapta olduğu gibi, ufak dalgalanmalar olsa bile, bu tip sorulara dair cevaplarda iyimser sonuçlar görüyoruz onların algısında. Ve ancak bu algıyı bir çıkarsama yapmak için bir otorite kabul ettiğimizde, bu tablolar bize yalnızca çeşitli dallara sahip olan entegrasyon meselesinin bu ayağında (yani sosyal hizmetler ayağında) büsbütün başarısız olmadığını gösteriyor. Ve aynı örüntü bu tip hizmetler sorularında devam ederken, Türkler’in algısına yönelik soruların (Örneğin #24, Çok Kötü: %17.28, Kötü: %20.99, Orta: %35.8, İyi: %12.35, Çok İyi: #13.58) cevaplarında oynamalar görüyoruz. Yine ezici çoğunluk göremiyoruz elbette, ancak sosyal hizmetlere dair soruların aksine algıya yönelik sorularda mutlaka orta‘ya ya da kötü‘ye doğru kümelenmeler görüyoruz (#24, #25, #28, gibi.)

Problemi çözmek onu tanımlamaktan daha incelikli bir iştir elbette. Çünkü problemi çözmek her şeyden önce problemi daha iyi tanımak koşulunu zorunlu kılar. Öte yandan problemi tanımak, yani esas problemin olduğunu keşfetmek daha az incelikli bir iş sayılmaz. Bu yüzden problemi tanımak, tanıdığını iddia etmek, bir iddiadır; fakat biz problemi tanıma tercihimizi işte burada kullanıyoruz: Sonuçta çeşitli tali ilişkilere de değindiğimiz bu irdelemelerde, çıkarsamanın büyük bir zorlama/anlamlandırma ile gerçekleşmediği sonuçlardan biri, ezici çoğunluğun gelecek planının Türkiye’de kalmak olması ve diğeri ise, iyimserliğin yalnızca –onlara yönelik– algıya dair sorularda gözükmemesi oldu. Bu izlenimler ışığında bizler yeniden, kaynakların –bu entegrasyon meselesinin şimdi daha esas bir problem olarak tebarüz eden– bir kısmına, Türk halkı’nın olumsuz algısına yönelik probleme ayrılması gerektiğine dair birinci bölümdeki düşünceyi bildiriyoruz.

2.2 Münferit Görüntüler

Birtakım münferit cevaplar, daha insanca bir izlenimi açacaksa eğer, şunları gösterebiliriz,

#29 Türkiye’deki yaşadığınız zorluklar nelerdir?

– Zorluk yaşamıyorum.
– Biraz.
– Yaşadığım zorluk yok.
– Sürekli dalga geçmeleri.
– Aşırı yüksek fiyatlar.
– Türkiye’de çok ırkçılık var.
– Bazı Türkler Suriyelilere karşı çok ırkçı.
– Anlama zorluğu.
– Çok iyi.
– Allah’a şükür hiçbir sorunla karşılaşmadım.
– Her şey ırkçılık.
– Zor bir hayat.
– Hiç bilmiyorum.
– Yaşam masraflarını ve ihtiyaçlarını karşılamanın zorluğu.
– İstikrarsızlık.
– İstikrarsızlık ve yaşama zorluğu.
– Davranışlar.
– Ayrımcılık.
– Çok fazla ayrımcılık görüyoruz.
– Anlaşma.
– Yaşamanın zorluğu dışında hiçbir zorluk yok.
– Zorluk yaşamıyorum.
– Dil.
– Yok.
– İşleri zar zor bulmamız.
– Yok. Çok mutluyum.
– Trafik yoğunluğu.
– Hayat mücadelesi.

 

Buradaki yayının uzunluğu geri münferit cevaplar kısaltılmıştır, içeriğin devamına en aşağıda yer alan indirebilir linkten ulaşabilirsiniz.

2.3 Röportaj

(Not: Diyalogtaki anlamın tezahür olması için pek çok cümle çeviri kokusu kalacak şekilde birebire yakın çevrilmiştir. Fakat daha okunaklı ve düzenli olabilmesi için bazı tümcelerde anlama hizmet etmeyen konuşma diline ait bazı nüanslar çıkarılmıştır. Diyalogun orijinal videosuna şu linkten ulabilirsiniz.)

– Savaştan önce nasıl yaşıyordunuz? Savaştan sonra nasıl yaşamaya nasıl ettiniz? Kocan öldükten sonra nasıl bir hayat yaşadınız?

+ Savaştan önce Elhamdülillah hayatımız çok iyiydi. Ve çok güzeldi. Ama savaş her şeyi alıp götürdü, eşim şehit oldu. Allah rahmet eylesin. Yatsı namazına giderken bomba düştü ve 5 kişiyle birlikte öldü. Allah onları kabul etsin. Kocam öldü, Allah rahmet eylesin. Çocuklarımın en büyüğü 13 yaşında.

– Kaç tane çocuğun var?

+ 5 evlat.

– Ramazanda mı vefat etti?

+ Evet, Ramazan’da. Bu, çocuklarımın hikayesi, Elhamdülillah. Büyük oğlum 16 yaşına basmıştı. Maddi durumumuz kötüleşti, o yüzden onu Türkiye’ye göndermek zorunda kaldım. Ve çok şükür gitti, orada çalışmaya başladı. Bize destek vermeye başladı. Suriye’de olan savaş yüzünden yaşam çok zordu. Çocuğum türkiye’ye gittikten 5 yıl sonra buradaki olaylar daha çok karışmaya başladı. Burası daha çok vurulmaya başlandı. Ve buradaki evimiz bombalandı, sadece bizim ev değil çoğu yer de bombalandı. İnsanlar, enkazlardan kendilerini nasıl kurtardıklarını anlamadılar. Hiç sabahın olmadığı bir geceydi. Ve biz kapkaranlık bir gecede çıktık, nasıl çıktığımızı bilmiyorum ama çok şükür kurtulduk. Biz Afrin’e göç ettik, üç yıl orada kaldık. Ve üç yol sonra, orada da sıkıntılar başladı, bizim maddi durumumuz kötüye gitti. Gerçekten Suriye’de yaşam çok zordu. Ve oğlumun yanına gitmek zorunda kaldık. Çocuğum borç aldı, üzerimizde borç birikti ve giderken zorlandık.

– Kimlerle birlikte gittin? Bütün çocuklarınla mı?

+ Ben ve çocuklarım. Tabii ki. 2 kızım ve 3 erkek çocuğumla. Az önceden dediğim gibi büyük oğlum gitmişti. Ve çok şükür geride kalanlarla gittik.

– Gitmeden önce, kocan öldükten sonra yaşamınız nasıl sürdü? Nasıl yaşıyordunuz ve sonra nasıl devam etti? Sana onun nasıl haber ulaştı? O gününüz nasıldı?

+ Subhanallah.

– O gün ne yapıyordunuz?

+ Oturuyorduk. Kocam teravih namazına gidiyordu.

– İftardan sonra mı?

+ Evet. İftardan sonra. Kocam çıkmadan önceki günlerde zaten bombalar ve füzeler düşüyordu. Hep korku ve stres içindeydik.

– Kocamın namaza gittiğini biliyordum. Subhanallah, o gün de bombalar bizim sokağa düştü. Ve bize haber geldi, füzenin komşulara düştüğünü duyduk. Subhanallah, bana yarım saat sonra haber geldi. Bu haber geldikten sonra, ben ve çocuklarım felaketi yaşadık. Allah rahmet eylesin. Elhamdulillâh-i Alâ Külli hâl. Ve sana dediğim gibi Türkiye’ye gittik. Çocuklarımın yanına geldim, çok şükür yeniden toplandık. Çocuklarım çok küçük. Çok şükür ben ve çocuklarım çalışırız. Ve Subhanallah. Buraya geldiğimizde ne kimliğimiz ne de bir şeyimiz vardı. Durumlar çok zordu. İlk olarak kimlikleri yaptırmak istesem bile durumum yoktu. İkincisi parmak izi ile kimlik belirlenmesine izin vermiyorlar. Ve bir yıl Türkiye’de oturduktan sonra durumlar düzeldikten sonra inşallah kimlikler için çabalamaya başlarız. Gelmemizden 6-7 ay sonra bile bir şeyler almaya giderken korku ve tedirginlik içindeyiz. Yakalanıp Suriye’ye gönderilmekten korkuyoruz. Suriye’ye göderilirsek bizim için çok kötü olur. Sizde biliyorsunuz Suriye’deki durumları. Özelliklede de şimdi. Ve burda bir kere bize geldiler. Kapıyı tıklayıp içeri girdiler.

– Bir daha tekrarlar mısın? Ahmet’in hikayesini anlatır mısın?

(Burada çekiniyor ve anlatmıyor.)

– Rahat ol, daha detaylı anlat. Hızlı bir şekilde anlatma. Çok önemli detayları atlıyorsun.

+ Canım yandı.

– İnsanlara hikayenin sonunu anlatıyorsun. Hiçbir şey anlamayacaklar.

– Türkiyeye çıktık. Küçuk oğlum abisiyle birlikte çalışmaya başladı. Bizde iş aradık ama kimlik yok diye korkuyorduk. Küçük oğlum, büyük oğlumla çalışmaya başladı. Beraber gidip gelmeye başladılar. Kızım çocuklarıyla birlikte bizimle yaşıyor. Kızım 2 küçük çocuğu var. 17 yaşındaki oğlumu aldılar ve Suriye’ye gönderdiler.

– Yakaladılar mı?

+ Yakaladılar, Suriye’ye yolladılar. Olayı burada yaşadık ve gerçekten ona üzüldüm. Size söylediğimiz gibi buraya gelebilmek için çok zorlandık. Borç aldık ve üzerimizde 10 bin dolar borç birikti. Evi kiralayıp düzenleyene kadar borcumuz 12bin dolar oldu. Ve oğlumu gönderdikten beş gün sonra bizim eve geldiler. Kapıyı çaldılar, içeriyi bastılar. Subhanallah hepsi zırhlı ve silahlı bir şekilde girdiler. Ve burada Suriye’deki durumumuzu hatırladık. Böyle oldu. Bizi burdan çekip götürdüler. Önce kimlikleri sordular. Sonra kimliklerimizin olmadığını söyledik ve yeni geldiğimizi söyledik. Kocan nerde diye sordular. Kocamın şehit olduğunu söyledim ve hikayesini anlattım. Beş tane yetim evladı büyütüyorum, dedim. Bizim gelmeniz gerekiyor, dediler Ben ve ailem, benimle yaşayan kızımla birlikte gittik. Çok şükür büyük oğlumu bıraktılar.

– Aldıkları küçük çocukların yaşları kaçtı?

+ Erkek çocuk 10 yaşında. Küçük kızın yaşı 11, büyük kızın yaşı 19 ve onun da 5 yaşında bir kızı var. Büyük oğlumu götürmediler, çünkü onun kimliği vardı. Ve dediğim gibi bizden önce gidip durumunu düzeltti, Elhamdulillah. Bizde de böyle oldu. Bizi götürdüler ve sorgulamaya başladılar. Sonra bizi sorguladılar ve karakola götürdüler. Karakoldan da bizi merkeze götürdüler. Kimlikler için bizi böyle şeyler yaşatmaları çok üzücü. 7 ay kimlikler yüzünden bizi beklettiler. Uzun bir işkenceden sonra bizi çıkardılar. 1 Avukat yerine 2 avukat tuttuk ve bu avukatlar bizi düzgün savunmadılar. Bizden sadece para istediler ve borç aldık. Borcumuzun üzerine borç aldık. Ve oğlumun derdi, biz, ev kirası ve küçük kardeşi. Çok çok acı ve zor bir durumdu. Ve ben içerideyken çok üzülüyordum. Şimdi kızım içeride hala 8 aydır içeride. Ve bilmiyoruz avukat falan var ama Allah yardımcınız olsun. Biz ne suç işledik? Biz ne yanlış yaptık? Mesele bizi 6-8 aydır içeride tutuyor ve hepsi kimlik için. Hasbinallahu ve nimel vekil. Elhamdülillah, Elhamdülillah-i Alâ Külli hâl.

– Kızın hala hapiste mi?

+ Evet hâlâ. 7 ayı tamamladı. Şimdi ise 8’inci aya girdi ve kızım çok hasta. Kendi çok hasta ve içeride. Allah yardımcımız olsun.

– Buradaki Türkler diyorlar ki, siz buraya tatile gelmişsiniz.

+ Hayır.

– Ya da Suriyeliler için, buraya tatili gelmişler ya da seyahat etmek için diyorlar.Yani sen mesela insanlara ne söylemek istersin? İnsanlar neden buraya geldiler?

+ Bizim gelişimiz ne hava almak ne de tatil için. Ve bu bizim hikayemiz. Bir zulümden çıktık. Savaş yüzünden ne evimiz kaldı ne arsamız. Hiçbir şeyimiz kalmadı. Şehirlerimizin hepsi yıkıldı. Bu yüzden gelmek zorunda kaldık. Ve sana dediğim gibi şehirlerimizden göç ettik. Gittiğimiz yerlerde de sıkıntılar oldu ve bizim durumumuz çok daraldı. Bu yüzden çocuğumun yanına gitmek zorunda kaldık. Türkiye’ye gitmemizin sebebi, ailemizi bir araya getirmek ve hep birlikte olmak; seyahet ya da hava almak değil. Şehirlerimizde bir şey olmasaydı biz şehirlerimizde kalırdık.

– Şimdi çocukların okula gidiyorlar mı?

+ Hayır, hiç kimlikleri yok. Okula kayıt etmek için, her şey içn kimlik istiyorlar. Ya da bir çocuğun hastaysa onu doktora götürmek için kimlik lazım. Her şey için burada kimlik kimlik diyorlar ve bizim elimizden bir şey gelmiyor. Ve Allah biliyor hiçbir şey yapamıyoruz. Hâlâ kendimizi tehlikede hissediyorum. Bir anda bizi tutuklayabilirler ve bizi Suriye’ye geri gönderirler. Ve Suriye’deki durum çok kötü. Hasbinallahu ve nimel vekil.

– Şimdi sen hapisteyken (Geri gönderme merkezlerinden bahsediyor.) oradaki insanların durumu nasıldı? Nasıl yaşıyordunuz? 6 aydır nasıl yaşadın?

+ Orada 6 ay yaşadım. Gerçekten çok zordu, davranışları çok kötüydü ve içeride bir sürü zulüm gören insanlar var. Ne yapmışız mesela? Kimlik meselesi için. Hepsi bizim hikayemiz gibi. Ne yapmışız? Nasıl bir suç işlemişiz? Hatta 7 aydır içeride kaldık. Kızım şimdi de 8’inci ayında ve ne zaman çıkacağı belli değil. Bizim gibi çok örnek vardır böyle. İçeride davranışlar çok kötü. Hasbinallahu ve nimel vekil. Hasbinallahu ve nimel vekil.

– Avukatlar. Avukatlar nasıldı? Siz avukat tuttunuz ve sizi kandırdılar.

+ Evet evet. Birinci avukatı tuttuk bizden 1000 dolar istedi.

– Avukatı oğlun tuttu değil mi?

+ Evet, oğlum. Oğlum avukat tuttu, ilk ücret olarak 1000 dolar istedi. Çıkardıktan sonra 1000 dolar daha istedi. Oğluma vekalet verdiler ve bundan sonra ara sıra para istiyordu, para istiyord. Oğlum arayıp duruyor ama o asla o cevap vermiyordu. Oğlum başka avukat tutmak zorunda kaldı. Diğer avukat da aynısı yaptı. Yine oğlumdan 1000 dolar istedi. Yine çıkarmadan önce 1000 dolar çıkardıktan sonra da 1000 dolar istedi. Ve böyle istemeye devam ettiler. Subhanallah, her şeye para istiyorlar. Yani vicdanla çalışmıyorlar. Can başla çalışmıyorlar. Bütün hayatları paradan ibaret. Elhamdulillâh-i Alâ Külli hâl.

– Yani siz Suriyeli olduğunuz ve Türkçe konuşmayı bilmediğiniz için mi?

+ Bilmiyorum. Suriyeli olduğumuz ve oğlum Türkçe konuşamadığı için. Bilmiyorum, bizi fırsat gibi gördüler. Yani biz evde hapis hayatı yaşıyoruz. Kimliklerimiz olmadığı için ne çocuklar okula gidebiliyor ne hastaneye ne parka. Ne yola ne bakkala gidebiliyoruz. Yani hiç bir seyimiz yok. Çocuklarım çalışamıyor çünkü çıkamıyorlar.

– İnsanlar için düşüncen ne ? Sana nasıl, kötü mü davranıyorlar?

+ Hayır, hayır.

– Genel olarak Türkleri nasıl buldun?

+ Bütün insanlar kötü değil. İyi insanlar da var. Allah razı olsun onlardan, iyilik yapmak isterler. Ama iyi insanlar da var kötü insanlar da var. Şimdi de Subhanallah, biz evde hapis kaldık gibi bir şey. Yani ne çıkıyoruz ne de giriyoruz. Yani mesela bugün çocuklarımı hava aldırmak için parka çıkartmak istiyorum ama yapamıyorum. Kimlikler yüzünden burda korkuyla yaşıyoruz. Kimliklerimiz yok. Yani çocuklarım hasta olunca kimlikleri olmadığı için doktora bile götüremiyorum. Okullar yok, oturuyorlar ama okula ihtiyaçları var. Öğrenmeye ihtiyaçları var. Bunun gibi şeylere ihtiyaçları var. Subhanallah. Yani oturuyorlar, evde oturuyorlar. Biz bu durumdan çok çok sıkıldık. İnşallah bu durumlar düzelir. Yani bu sorunu çözerler ülkemize dönene kadar. hayırla ve sağlıkla, inşallah ülkemize döneriz. Burada kalmayacağız. Yani biz şimdi buraya geldik. Suriye’de durumlar düzelene kadar. Elhamdulillâh-i Alâ Külli hâl. İnşallah bu durumu dada Allah hiç bir ülkeye göstermez, hiçbir insana göstermez. Yani bizim yaşadıklarımız yaşamasınlar. Suriye’de yaşadığımız savaşı ve korkuyu Allah kimseye göstermesin. Düşmanıma bile.

– Söylemek istediğin bir şey var mı? Başka birisinin içinde bir şey varsa söylesin.

+ Hayır, yeter.

(Erkek çocuklarından biri söz alıyor.)

* Keşke ben de başörtülü olsaydım, ben de bir şeyler konuşurdum.

– Başörtülü olmana gerek yok öyle de çıkabilirsin.

* Sorun çıksın istemiyorum.

(Annesi) Gerçekten bunu yaşadık. Hasbinallahu ve nimel vekil.

* (Oğlu) Sen bir şeyi anlatmadın, biz daha kötü durumlar yaşadık. Hasbinallahu ve nimel vekil.

– Biz sübhanallah oturuyoruz ve duyuyoruz ki çok insanlar problemler çıkarıyor. Suriyeliler şöyle böyle falan. Elhamdülillah, elhamdülillah biz bir problem çıkarmıyoruz. Ve bugün yetim çocukları büyütüyorum. Ve elhamdülillah oturuyorum, Kur’an ezberliyorlar ve çocuklarım Kur’an’ı Kerim hafızlarından. Büyük kızım var 19 yaşında Kuran-ı Kerim’i ezberledi hamd olsun. Ona öğrettim ve ezberledi. Bu evde oturuyorduk ve o tabii kardeşlerine de Kuran-ı Kerim öğretiyordu. Ezberliyorlardı. Böyle oldu, ailemiz bir aradayken küçük oğlum Suriye’ye gönderildi ve biz hapse girdik. Diğer oğlum tek kaldı. Bir tesbih gibi dağıldık, başımıza bu geldi. Elhamdülillah. Çocuklarıın ihtiyaçları var, eğitim ihtiyaçları var. Hep bana diyorlar ki, “Anne biz neden diğer insanlar gibi değiliz? Yani okullara giden insanlar gibi? Biz de istiyoruz, biz de okullara gitmek istiyoruz, biz de dışarıya çıkmak istiyoruz.” Onlar öğrenmek istiyor ve umarım bu sorun çözülür.

– Yani çocukların kendileri Suriyeli ya da Türk ne demek bilmiyor. Çocukların diğer çocuklara bakarak sana soruyorlar, “Neden onlar gidiyorlar, biz gidemiyoruz?” diye, değil mi?

+ Çocuklarım Suriyeli ya da Türk ne demek bilmiyorlar, yani bakıyorlar ki diğer insanlar okullara gidip geliyorlar, onlar gidemiyorlar. Hep benden istiyorlar “Anne biz de öğrenmek istiyoruz, bizim de öğrenmemiz gerekiyor. Neden herkes gidip geliyor? Biz evde oturuyoruz?” Ve ben burada acımın üstüne acı katıyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Allah bizi bilir, Allah bizi bilir.

– Sana diyor ki “Ne dediğini anlamıyor ama çeviriden sonra her şeyi anlayacakmış.” (Bizden bahsediyor çevirmen.)

+ İnşallah. Burada benim bütün anlattıklarım gerçek ve benim içimi yakan şeyler.

– O sizi anlamadı ama ne yaşadığınızı hissetti.

+ Evet, olmayan şeyi anlatmıyorum.

– Yani diyor ki “Allah sizin yardımcınız olsun.” Benden bunu söylememi istedi. Senin anlatman iyi oldu. Bize yardımcı olduğun için teşekkürler.

+ İnsanlara sesimi duyurmaya çalışıyorum.

– İnşallah, Allah’ın izniyle. İnşallah pozitif bir adım olmuştur.

+ Allah’ın izniyle.

 

3. Sonuç

Bu rapor, yalnız bir kayıt. Onda, işaret ettiği problemin çözümüne dair bir dibace niteliğinde temayül yok. Çeşitli göstergelerle yoğunlaştığı, gösterme yoluyla ifade etmeye çalıştığı alan elbette problemi büyük ölçüde sınırlarken hâlâ o problemin bir kısmını askıda bırakıyor. Bir değilleme yoluyla problemin esas kısmının maddi bir mesele olmadığı gösterilmiş oldu örneğin. Böylece dikkati zımnen, çözüm olarak apolitik bir sosyal yardımı gereksinen tali bir problemden, politize edilmiş/edilecek temel bir ırkçılık meselesine çekmeye çalıştı.

Buraya kadar bu tanımlar üzerinde okuyucuyla ile aramızda çeşitli iştirakler olduysa bile, kimisinin dimağında çeşitli cevaplar yükselmiş olabilir, örneğin, “Bizim etkinlik alanımız bu değil.” gibi şeyler. Ama bizce cevap bu olamaz, çünkü iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaya dair yükümlülüğü aramızda “a priori” kabul ettiğimize göre sadece iyinin ve kötünün ne olduğunda anlaşamamak, aramızdaki bir duraksamaya önayak olacaktır. Ama anlaşamamak kendi başına anlaşma girişimini engellemeye yetmez.

Ve nihayet okuyucuya –tıpkı en başta söz verdiğimiz gibi– mesajımız şu olacak: Suriyelilerin ülkemizdeki meselesi hususunda bir içtima düzenleyin ve bu meseleyle alakadar olan, –biz de dahil olmak üzere– bütün sivil toplum örgütlerini bu büyük toplantıya davet edin. Biz de bu büyük, daha güçlü, daha isabetli organizasyonda bize biçilen bir yükümlülüğü üstlenmeye hazırız. Ama ne yapıyorsak birlikte yapalım ve bunlar, ırkçılık
uykudan uyanmadan önce olsun.

Bu iletinin bütün arzuları işte bunlardır.

 

4. Kaynakça

Akgündüz, Yusuf Emre, Voigtländer B Marcel, and Hans Wolter (2015). The impact of refugee crises on host labor markets: the case of the Syrian refugee crisis. Discussion Paper 8841. Bonn: IZA.

Alakoc, Burcu, Gulay Goksel, and Alan Zarychta (Jan. 2021). “Political Discourse and Public Attitudes toward Syrian Refugees in Turkey”. In: Comparative Politics 54. doi: 10.5129/001041522X16263065025324.

Aslan, Pınar and Tuğçe ERTEM ERAY (2019). “HOW TO ANALYZE BIG DATA: A STUDY ON UNDERSTANDING WHAT THE TURKISH THINK ABOUT SYRIAN REFUGEE CRISIS”. In: Selçuk İletişim 12.2, pp. 763–780. doi: 10.18094/josc.596301.

Bandúr, Patrik (2020). “Perceptions on Syrian Refugees in Turkey, Short analysis of a survey identifying differences and similarities between two groups of Turkish voters”. In: Antakiyat 3, pp. 67–91.

Gökçe, Osman Zeki and Emre Hatipoğlu (2021). “Syrian Refugees, Public Attitudes, Policy Areas and Political Parties in Turkey: A Systematic Analysis of Twitter Data”. In: ERF Working Papers series 1469.

Karaman, Engin (2022). “SURİYELİ MÜLTECİLERE UYGULANAN AYRIMCI-DIŞLAYICI TWİTLERİN BERT MODELİ İLE SINIFLANDIRILMASI”. In: Ortadoğu ve Göç 12.2, pp. 428–456. doi: 10.31834/ortadoguvegoc.1148440.

Kaya, Oya and Üzeyir AYDIN (2021). “ECONOMIC IMPACT OF SYRIAN REFUGEES ON TURKISH ECONOMY”. In: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 23.3, pp. 1151–1171. doi: 10.16953/deusosbil.932430.

Kınıklıoğlu, Suat (2020). Syrian refugees in Turkey: changing attitudes and fortunes. Vol. 5/2020. SWP Comment. Berlin: Stiftung Wissenschaft und Politik -SWP- Deutsches Institut für Internationale Politik und Sicherheit, p. 4. doi: https://doi.org/10. 18449/2020C05.

Koytak, Huseyin Zeyd and Muhammed Hasan Celik (2023). “A Text Mining Approach to Determinants of Attitude Towards Syrian Immigration in the Turkish Twittersphere”. In: Social Science Computer Review 41.2, pp. 608–625. doi: 10.1177/08944393221117460. eprint: https://doi.org/10.1177/08944393221117460. url: https://doi.org/10. 1177/08944393221117460.

Morgül, Kerem and Osman Savaşkan (Sept. 2021). “Identity or interests? Religious conservatives’ attitudes toward Syrian refugees in Turkey”. In: Migration Studies 9.4, pp. 1645–1672. issn: 2049-5846. doi: 10.1093/migration/mnab039. eprint: https: //academic.oup.com/migration/article-pdf/9/4/1645/43616127/mnab039.pdf. url: https://doi.org/10.1093/migration/mnab039.

Öztürk, Nazan and Serkan Ayvaz (2018). “Sentiment analysis on Twitter: A text mining approach to the Syrian refugee crisis”. In: Telematics and Informatics 35.1, pp. 136– 147. issn: 0736-5853. doi: https://doi.org/10.1016/j.tele.2017.10.006. 

Parlak, İlhan and Ömer Çakın (2023). “The Perception of the Syrian Asylum Seekers in Turkey: Sentiment Analysis with Twitter Data”. In: GALACTICA MEDIA-JOURNAL OF MEDIA STUDIES – GALAKTIKA MEDIA-ZHURNAL MEDIA ISSLEDOVANIJ, pp. 17–42.

Taşğın, Şahin (2020). “”Misafir”likten “öteki”liğe Suriyeli mülteciler ve insan hakları: Sultanbeyli örneği / The transformation of Syrian refugees from “guest” to “the others” in the light of human rights (the case of Sultanbeyli)”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. MA thesis. İstanbul: Maltepe Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü.

Topal, Mehmet Hanefi, Ufuk Özer, and Emrah Dokuzlu (Sept. 2016). “Public Attitudes Towards Syrian Refugees in Turkey: Shedding Light on Turkish People Opinions”. In.

— (Oct. 2017). “Public Perception of Syrian Refugees in Turkey: An Empirical Expla- nation Using Extended Integrative Threat Theory”. In: Problemy Polityki Społecznej Studia i Dyskusje 3, pp. 35–58.

Tumen, Semih (2023). “The Case of Syrian Refugees in Türkiye: Successes, Challenges, and Lessons Learned”. In: Background paper prepared for World Development Report.

Türkan, Burcu (2017). “SURİYE KRİZİ SONRASI GÖÇÜN TÜRKİYE’DE BÖLGE EKONOMİLERİNE ETKİLERİ”. In: Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 26, pp. 769–795. doi: 10.14520/adyusbd.336497.

Yılmaz, Fahri, Tugay Elmas, and Betil Eröz (2023). “Twitter-based analysis of anti- refugee discourses in Türkiye”. In: Discourse & Communication 17.3, pp. 298–318. doi: 10. 1177/17504813231169135. eprint: https://doi.org/10.1177/17504813231169135. url: https://doi.org/10.1177/17504813231169135.

Dekorlar

Tarih bir algıyla birbirine eşitleniyor.

Ahmed Semih Özmekik 31.10.2024

Yol Arayışı Üzerine

İçinde bulunduğumuz halden memnun değiliz.

Talha Küçükkaya 02.05.2024

Fransa ve Başörtüsü

Cezayir kökenli, Fransa’da doğmuş genç bir başörtülü kadının düşünceleri ve tanıklığı.

Anonim 26.02.2024

Çad

Çadlı birinin kendi ülkesinin tarihine tanıklığı.

Muhammed Adem Musa 26.02.2024

Dürüstlüğün Dereceleri

Gerçekten ne yaptığımız inancımızın zımnen belirtisidir. Çünkü yaptığımız her şey, bir sonuca ulaşmasa bile…

Ahmed Semih Özmekik 25.02.2024

Josef K.

Sakıncasız bir iyilik var, önce herkesin paydaşı olabildiği iddiasıyla başlıyor, sonra da herkes bu iyiye inanmaya başlıyor.

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024

İmkânsız Eşitlik

Bir kokuyu uzun bir süre almak, bir görüntüye eskiden beri bakmak, dünyaya aşina olmak, bir müziğin yalnızca bir müzik olduğunu…

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024

İstisnalardan Yapılma Kaide

Bir nişan taşıdığını düşünür mü herkes? Ya da kendisini yargılayamadığı için, acısına bile kendisini anlamsızlıkla götüren bir belirsizlik…

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024

İyinin İlkelliği

Kavrayabilme gücünün bir kavrayışın lehine işlediği düşünülmemeli. Örneğin, iyiyi anlayabilme gücünün insanı iyi yapacağı düşünülmemeli.

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024