Sakıncasız bir iyilik var, önce herkesin paydaşı olabildiği iddiasıyla başlıyor, sonra da herkes bu iyiye inanmaya başlıyor. Bu öyle bir iyilik ki bir gerekçeye sahip olmayı arzu edemeyecek kadar savunmasız bırakıyor insanları, bir sarhoşluk gibi, havada uçuşan yapraklar gibi. Alman bir filolog, insanın bir nedene sahip olduğunda bütün nasıllara katlanabileceğini söylemiş. Demek ki yanılmış. İnsan bir nasıla sahipse nedenleri de umursamayabilirmiş. Bir de sadece suçu olan kendini savunurmuş. Bu doğru, çünkü körü körüne iyilik yapanlar bir sanığa benzer ve suçlarını çözemezlermiş.

İyiliğin biçimlerini seyredin. Ne kadar üstenci. Şimdi Tanrı’nın karşısına iyiyi, iyinin karşısına Tanrı’yı mı koyacaklar dersiniz —ama Tanrı’dan çalınmış bir iyiliği? Şükür ki Tanrı yoksa her şey mübahtır. Yani iyilik ateş gibi çalınamıyor. Pek çok şeyin sahtesi olabiliyor. Ama anlamın sahtesi yok. Anlam Tanrı’dan kaçırılamıyor. İslamsız bir iyilik olamaz. Üstelik, düşmanı olmayan gerçek hiçbir erdem yoktur. İyilik pek bir şeye karışmıyor, çünkü bencilce, çünkü istediği sadece kendi ihtiyaçlarını tamamlamak ve bedel ödememek istiyor, çünkü zayıf. Ama bu yönüyle, gerçekten arzu ettiği gibi bir kefaret bile alamıyor o iyilik, çünkü insanın dünyada kendine iliştirebildiği mümkün bir anlam, sadece kendisinden başka bir insanla kurduğu ilişkiye bağlanmış. Kuran’ın bize hep tekrarlarla anlattığı kavgalara bakıyorum. Bir güç –iyinin sahibi olan–, sonra yalvaç ve kavga. Hep bir ayrım, inanç ve inançsızlık. Yakıcı bir azap ya da bir esenlik. Ve kavgaya, inananlar safında katılanların yaşadığı ıstıraplar, sonra buldukları esenlikler. Çünkü kendilerini dindirmiyorlar. Öfkeli ve savaşçılar. Bu yüzden düşmanı olmayan bir iyilik tanımıyorum.

Sonuçta zulüm varsa bir zalim de vardır. İyiyi kendine çok hafif bir his ve gereksinim alanı biçmiş olanlar, kendilerini rizikoya atabilecek hiçbir şeyi göz önüne almamalarıyla kendilerini bildirmiş oluyorlardı. Bir yandan Batı’nın zaten iyi olduğunu, bu yüzden dine ihtiyaç duymadığını dile getirerek şimdi kendileri için iyinin dizginlerini ele almış bir medeniyetten, sadece ona duydukları tahassürle bahsedebiliyorlardı. Yani güçten. Yüz sene önce insanlar bir teknoloji bir de milliyetçilik yüzünden hüsran içindelerdi. Belki de gelişim fikrinin seyrinde bir kırılım bekliyorlardı. Fakat günümüz insanının sadece bir yüzyıl önce olanlar konusundaki bilinçsizliği bunu önlemiş oldu. Belki de Orta Doğu bütün tarihinin sonrasında bu yüzyılda, üzerinde yaşanması güç bir yere dönüşürken burada olanlar “tuhaf” bir şekilde insanların Batı’ya dair müspet fikirlerini arttırdı. Ya da en azından Orta Doğu’da olanların bir din savaşları olduğuna inanan milyonların. Bu da galiba inancıyla hesaplı birtakım ilişkiler kuran, yani onların zaten iyi olduğunu ve dine ihtiyacı olmadığını düşünen, bu düşündüğünde de gökten indirmesi üzere Tanrı’dan çeşitli beklentiler içinde olduğunu zımnen ifade etmiş olan kişileri ele veriyordu. Bu da kavganın değişmediğini gösteriyordu. Yani güç kavgasının: Ya güce inananlar ya da Allah’a inananlar arasındaki kavganın. Sonuçta bir konuda haklıydılar: Bütün insanlık tarihi bir dinler savaşıydı.

Şimdi iyimser iyi, tıpkı bir takiyyeci gibi çirkinliğini özenle hazırlanmış görüntüler üzerinden sunuyordu. Yüzyılımız görüntüleri çağrıştırıyordu. Ama yüzyılımı sevmiştim. Çünkü sevdiğim insanlar yüzyılımda yaşıyordu. İnsanın savaşma gücü, sevdiklerini koruma içgüdüsüyle berkiyordu. Anlamı tasarruf eden sevgi olduğu için, kendimi öncelemem –kendi sınırlarım içinde görüşünü kazanmam gereken– başkasıyla olabiliyordu. Ben euthyphron ikilemindeki seçim hakkımı Allah’tan yana kullanmıştım. İyi denilen güç mutlaka kendini, bir çirkinliği örtmeye yarayan biçimsel bir estetik üzerinden ortaya koyuyordu. Yaptığın şeyin mesela, eğer sadece kendini umursamıyorsan, yani gerçekten kendini umursuyorsan, politik olması gerekiyordu. Samimi olabilmesi için ve beyhude olsa bile.

Ben bana yükleneni arıyorum. Josef K. bunu bir suç olarak duyumsuyordu. Doğru, bu dünya bir eğlence için yaratılmamıştı. Ben yaradılış gayesini kabul ettiğim için, bunu bir görev olarak duyumsuyordum. Bu yüzden iyinin eğlenceli bir şey olmadığını, sakıncalı bir şey olduğunu biliyordum.

 

 

 

Dekorlar

Tarih bir algıyla birbirine eşitleniyor.

Ahmed Semih Özmekik 31.10.2024

Yol Arayışı Üzerine

İçinde bulunduğumuz halden memnun değiliz.

Talha Küçükkaya 02.05.2024

Fransa ve Başörtüsü

Cezayir kökenli, Fransa’da doğmuş genç bir başörtülü kadının düşünceleri ve tanıklığı.

Anonim 26.02.2024

Çad

Çadlı birinin kendi ülkesinin tarihine tanıklığı.

Muhammed Adem Musa 26.02.2024

Suriyeliler Hakkında Bir Çağrı

Eğer bu rapor size ulaşmışsa burada yazan her şeyi zaten biliyorsunuz; bu rapor bir araştırma ya da bildirim raporu değil böylece…

25.02.2024

Dürüstlüğün Dereceleri

Gerçekten ne yaptığımız inancımızın zımnen belirtisidir. Çünkü yaptığımız her şey, bir sonuca ulaşmasa bile…

Ahmed Semih Özmekik 25.02.2024

İmkânsız Eşitlik

Bir kokuyu uzun bir süre almak, bir görüntüye eskiden beri bakmak, dünyaya aşina olmak, bir müziğin yalnızca bir müzik olduğunu…

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024

İstisnalardan Yapılma Kaide

Bir nişan taşıdığını düşünür mü herkes? Ya da kendisini yargılayamadığı için, acısına bile kendisini anlamsızlıkla götüren bir belirsizlik…

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024

İyinin İlkelliği

Kavrayabilme gücünün bir kavrayışın lehine işlediği düşünülmemeli. Örneğin, iyiyi anlayabilme gücünün insanı iyi yapacağı düşünülmemeli.

Ahmed Semih Özmekik 23.02.2024