Cezayir kökenli, Fransa’da doğmuş genç bir başörtülü kadının düşünceleri ve tanıklığı.
Bu kadın, geçmişin bize bugünü daha iyi anlamamıza yardımcı olduğunu ve mevcut durumumuzu aydınlattığını düşündüğü için, Fransa ile Cezayir arasında gerçekleşen bazı önemli olayları hatırlatarak başlamak istiyor.
1827 Nisan. Fransa, Cezayir’e ödemesi gereken bir borcu reddediyor. Cezayir’i ziyaret eden Fransız konsolosu, Cezayir valisine karşı saygısızlık yapıyor. Vali, konsolosu yelpazesiyle uçurarak cezalandırmaya karar veriyor. Üç yıl sonra, Fransa bu olayı bir bahane olarak kullanarak Cezayir’i sömürgeleştirmeye başlıyor. Bu sömürgeleşme, 132 uzun yıl sürüyor ve bu süre zarfında Cezayir halkı sayısız adaletsizlik ve vahşete maruz kalıyor. Bunların bazıları bugün hala Fransız devleti tarafından inkar ediliyor. Bunların arasında, sivil nüfusu kontrol altına almak için Fransız ordusunun 5. Bürosu tarafından yürütülen psikolojik savaş da vardı. Bunun temel bir unsuru, Cezayirli Müslüman kadınların başörtülerini çıkarmalarıydı. Aslında 5. Büro, kadınların Cezayir toplumunun direncini yok etme ve dağıtma yolunda bir kapı olduğunu biliyordu. Planını gerçekleştirmek için 5. Büro, bir dizi strateji kullandı, bunlar arasında,
– “EMSI” (gezici hemşireler ve sosyal hizmet ekipleri) ve “Fondation du Mouvement de Solidarité Féminine” (Kadın Dayanışma Hareketi Vakfı) ile yapılan sızma görevleri, yerel geleneklerin “kurbanları” olarak görülen kadınlarla buluşmaya gitmesi,
– Bazıları senaryolaştırılmış olan kamuoyu önünde başörtüsü çıkarma gösterileri,
– Kadınları başörtülerini çıkarmaya teşvik eden propaganda afişleri; diğer bir deyişle, hayırseverlik ve “kurtuluş” kisvesi altında, Fransa, Cezayir toplumunun omurgası olan Müslüman kadınları etkilemek için önemli miktarda harcanan paralar.
Kadın, değerlerini ve adetlerini benimseyerek işgalciyle aynı safta yer alırsa bütün toplum da onu takip eder ve bu, sömürgecinin iktidarda kalmasını sağlardı. Başörtüsü, Cezayirli ve Avrupalı halklar arasında bir engeldi. Cezayirli kadınlar başörtüsü taktıkça, sömürgeciler için ulaşılmazdılar ve böylece Cezayir toplumu tamamen evcilleştirilemezdi.
Bugün, Fransa hala Müslüman kadınların başörtülerini çıkarmak istiyor, ancak bunu farklı bir şekilde yapıyor. Buna daha sonra geri döneceğiz. Şimdilik, diğer tarihi gerçeklere geçelim. Fransa, aralarında ortak bir sömürge tarihi paylaştığı Afrika’dan gelenler de dahil olmak üzere, birkaç göç dalgası yaşadı. İlk Cezayirli göçmenler zaten ayrımcılık ve ayrışma ile karşı karşıya kaldılar. İşe giderken özel bir sokağa çıkma yasağına uymak zorundaydılar, kabiliyetlerine uygun işler bulamadılar ve ırkçılık acısını çektiler. Diğer milliyetlerden göçmenlerle birlikte, sefalet içinde yaşadıkları gecekondu mahallelerine park edildiler. Zamanla, bu gecekondu mahalleleri yerini banliyölere, teneke kulübeler ise apartman blokları ve yüksek binalara bıraktı… Gecekondu mahallelerinin formu evrim geçirse de, öz aynı kaldı. Bazı banliyöler, çoğunlukla göçmenlerin yaşadığı ve tehlikeli koşullar ile ayrımcılıktan muzdarip olduğu yerlerdi. Bu koşullar, nesiller boyu reddedilmiş bir ortamda bir aidiyet hissi buldukları için birçok genci suçluluğa itmektedir.
“Liberté, égalité, fraternité” (Özgürlük, eşitlik, kardeşlik) mottosu ve “laïcité” (laiklik) kavramı yanlış anlaşılmamalıdır. Bu terimlerin arkasında bütün bir Fransız felsefesi vardır. Mottosuna göre, Fransa sadece herhangi bir özgürlüğü değil, ancak ülkenin değerlerine uygun olan özgürlüğü savunur ve ortaya çıktığı üzere, başörtüsü bu özgürlüğün tam zıddıdır. Aslında, Fransa başörtüsünü kadınların baskılanması olarak görüyor, bu da Fransız özgürlüğüne aykırı. İslami bir bakış açısından, başörtüsü bir tevazu ve farklılık biçimidir. “Laiklik” söz konusu olduğunda, Fransız mottosu bazı yerlerde dininizi göstermemeniz gerektiğini ima eder. Sonuç olarak, dikkat çekici dini semboller, özellikle de kadının Müslüman olduğunu belirten başörtüsü, Fransa’da rahatsız edici olabilir.
Fransız hükümetinin amacı, Müslüman kadınların topluma daha iyi entegre olmaları karşılığında başörtüsünü terk etmelerini teşvik etmektir. Amacı bunu ve laiklik kisvesi altında, devlet birçok yerde başörtülü kadınları yasaklayarak Müslüman kadınların çeşitli kararlar almalarına sebep olmaktır, örneğin,
– Fransa’da başörtülü kadın olarak yaşamanın kolay olmadığını bildikleri için, isteseler bile başörtüsü takmama kararı.
– İlkokul ve ortaokullar ile birçok iş yerinde yasak olduğu gibi, yasak olan yerlerde isteksizce çıkarmak üzere başörtüsü takma kararı.
– Başörtüsü takma ve çıkarmama kararı. Bu durumda, yaşadıkları şehre bağlı olarak yıllar boyunca sadece artan kısıtlamalar nedeniyle eğitim ve profesyonel yaşama erişimde zorluklar yaşayabilirler. Seçenekleri daha da sınırlı hale geldikçe, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar. Başörtülüyken becerilerine uygun bir iş bulma ayrıcalığına sahip azınlıktan biri olmadıkları sürece, başvuruları çok sık reddedilir. Hedeflerine uymayan alt nitelikli sektörlerde çalışmaya zorlanırlar, kendi işlerini yapmaya çalışırlar (bu her zaman sonuç vermeyebilir) ya da işsiz kalırlar…
Kısacası, özgürlüğün öncüsü olduğunu iddia eden bir ülkede, hükümet başörtülü kadınların özgürlüğünü kısıtlıyor. Bu çelişkili değil mi? Onların hayatını zorlaştırma, onları başörtülerini çıkarmaya ve inançlarını terk etmeye zorlama konusunda ısrarcı bir arzu var.
Bu kadınlar, Fransa’nın üzerlerine yüklediği psikolojik şiddete karşı sürekli bir mücadele içindeler. Bu, sadece böyle bir ülkede yaşayan başörtülü kadınların anlayabileceği bir acı.
Ya da,
Yükseköğrenimlerini başörtüsü nedeniyle bulamadıkları bir staj yüzünden yarıda kesmek zorunda kalan tüm o kişiler.
Başörtüsü nedeniyle iş görüşmelerinden gözyaşları içinde ayrılan tüm o kişiler.
Projelerle dolup taşan ancak erişimleri reddedilen tüm o kişiler.
Başka yerlerde kabul edilmedikleri için düşük nitelikli işlerde çalışmaya karar veren tüm o kişiler.
Tek başına anne olan ve çocuklarına bakabilmek için isteksizce başörtülerini çıkarmak zorunda kalan tüm o kişiler.