Yirmi birinci asırdayız. Ve Türkiye’de. Yardım faaliyetleriyle kuşatılan bir yerde ve yardım edenler olarak bizlerin mi yoksa muhtaç olanların mı daha çok yardıma muhtaç olduğunun üzerine düşündüğümüz zamanlarda, tanık olduğumuz bu oyunun dünya hayatına dair insanı hüsranda alıkoyup orada zapt eden tarafına boyun eğmemek için düşünmüştük ve soru, yapmamız gerekenin yaşadığımız asırda ne manaya geldiğiydi. Dünyayı omuzları üzerinde tutan Atlas, onu ve düzeni tutsa bile, burada her şeyden önce çaresiz sevinçler vardı ve sabırla serinleyen düşünceler. Çünkü dünya acıdan yapılmaydı. Atlas acıyı körükleyen düzeni tutuyor ve düzene bakıyordu, çünkü acıma duygusunu hak eden bir yüzü vardı.
Doğruyu hep arzu ediyoruz, çünkü her an “biz de bu çirkin düzene hizmet etmişiz.” demeye hazırız. Bazen yüzümüzü aşağıya eğerek, karşımızdakini utandırmaktan duyduğumuz büyük utançla, –Stratezt’in Mitya’nın (gerçeğin) ayağına kapandığındaki gibi– elimizi, bir şey vermek üzere uzattığımızda, duyduğumuz rahatsızlıkta düzenin içinde olmamızın bir itirafı mı saklanıyor? Bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, bu dünya hayatının kısacık olması ve bir insanı yardıma muhtaç yapan şeyin imkânlar bakımından yoksunluğu değil, Allah inancından yoksun olmasıydı. Allah imkânlar ve imkânsızlıkları, temizlenmemiz için bize bir vesile kıldı. Biz yardıma muhtaç olduğumuz için yardım etmeye çalışıyorduk, onlar da yardıma muhtaç olmadıkları için bunu geri çeviriyorlardı.
Tarım devrimi köylünün başına gelen en kötü şeymiş. Acaba köylüler bunu biliyorlar mıydı? Birisine öyle böyle yardım eden insan, eğer bir düşünceye sahipse iyi kötü o kişiyi mahvettiğini bilir. Tıpkı bir kolonizasyon gibi. Zaten koloniler bayındır olurlar. Öyleyse ne yapacağız? Her zaman bu soru var, değil mi? Yani, muhatabına “Bir cevap veremeyeceğini biliyorum, o yüzden şimdi yaptığımız şeyden daha iyisi yok.” deme gayretinde olmadığında bile bu soru var. Ama şimdi yaptığımız şey buysa, bu iyi bir şey değil ve bu şey sadece kendini iyi bir şeyler yaptığına ikna edebilmen için bir şey. Öyle ki galiba bu işe bir kez bulaşan bir kişi tıpkı bir sanatçının kendi eserine, kendi ruhunun özgünlüğünü yansıtacağı için odaklanması gibi, hayırseverler bu yardım eylemine bazı özgün biçimleri getirmeye çalışırlar. Fakat bu ölçüde zevk almak –bağımlısı olmak?– doğru bir şey midir bilmiyoruz. İnsanın gereksindiği anlam duygusunu ucuza kapatan bir şey olduğu için bağımlılık yapıyor olabilir.
Her şeyden önce bu iş bir görevdir. Ve ne olursa olsun, bütün tekil örnekler için bunun en doğru biçimi hep araştırma konusudur. Bu yönüyle, sadece tek bir kişinin problemine odaklanmış, yani amacı nicel bir üstünlüğe doğrulmuş değil, fakat tek bir karşılaşmadaki görevini arayan bir titizlik sadece kendisinden bahsedilmeye değer olabilir. Bir kez bunu belirtmiş olduktan sonra, bütün bunlardan ayrıca bahsetmeye gerek yok. Çünkü, zaten yapılması gereken şeylerden bahsetmeye gerek yoktur. Bahsedilmeye değer olan şey, bir sofrayı paylaşmaktır. Biz bu işe, tanıdığımız insanlar, yani tanıdığımız inançlar nisbetiyle baktık ve bakakaldık. Şaşkınlığımıza şaşırdık. Bir dosta sahip olmak bizim içim kurtarıcı bir şeydi.
Bir insanın üstünlüğüne, sahip olduğu imkânlar karar vermez. Üstünlük inancın kudretine bağlanmıştır. Bunlar -tıpkı oruç tutmak gibi- üzerimizdeki bir başka emirlerdi, yine bizim lehimize olması planlanan. Bu iş, üzerimizde tanımlanan görevi icra etmekle başlayan bir iş olarak beliriyor, ortaya çıkardığı karşılaşmalarla bizi birtakım dertlere, yeni haksızlıklara ve yeni görevlere açan sosyal bir vurgu oluyor, biz sanki bir toplumu ifade ediyormuşçasına süregelen bir yaşam biçimi olmasıyla en iyi hâlinde de bir dostluğu, yani bir çevreyi ifade ediyor. Bu yüzden söz konusu eylem alanı, hususi zamanlara ayrılmış bir aktivite değil, yaşamın bir bölümü değil –yaşamın bir biçimi.
Bütün bunların özgün olmadığına eminiz, bir şehir hayatı için özgün dursa bile. Hem bunlardan ayrıca bahsetmeye gerek olmadığını ve hem de bize Kuran’da çeşitli tekrarlarla yüklenmiş görevler olduklarını söylemekle, yeni hiçbir şeyden bahsetmediğimizi bildirmiş olduk.
Bu görevler bir yaşam biçimi olarak süregelir. Ve karşılaşmalar, hep bize bizim eksikliğimizi anımsatır. Bu yüzden sadece yardım edilenin biz olduğu görüntüleri paylaşmaya değer bulduk.