Tarihin kritik bir döneminde, muhasebe yapmak ve yeni bir söz-eylem alanı açmak için bir araya geliyoruz.
“Tarihin son buluşuna nasıl geç kalabilir ki insan? İyice güncel bir sorun bu. Doğrusu Hegel’den bu yana yaptığımız üzere, gerçekleşen ve olay, sonra da tarih adına yaraşır bulunan şeyi düşünmeye zorladığı için de iyice ciddi bir sorun bu; bir de, tarihin son buluşunun acaba belirli bir tarih kavramının son buluşundan başkaca bir şey olup olmadığını da düşünmeye zorlamakta. İşte, soluk soluğa kalmaksızın, deyim yerindeyse, mahşere ve son buluşun son trenine de geç kalmakla yetinmeyip, kapitalizmin, liberalizmin vicdan rahatlığı ve parlamenter demokrasinin erdemlerine dayanıp gene de şişim şişim şişirme yolu bulanlara yöneltmek gereken sorulardan biri de budur belki.”
(Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri)
Bu kongre, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze bağlamında yaşanan süreci bir dönüm noktası olarak kabul ederek; İslamî çevrelerin, sivil toplum yapılarının ve bireylerin bu krize verdikleri tepkilerin bütüncül, eleştirel ve sahici bir muhasebesini yapmayı amaçlamaktadır.
İlk olarak, iki yıllık sürecin tasviri yapılacak; ardından bu süreçte açığa çıkan sivil dağınıklık, tepkisizlik ve strateji eksiklikleri üzerinden sivil toplumun/sivil kimliğin krizi tartışılacaktır. Bu kriz tespitlerinden hareketle, yalnızca pratik değil, aynı zamanda fikrî ve yapısal düzeyde bir çözüm arayışı başlatılması hedeflenmektedir.
Bu muhasebe, zorunlu olarak son 20 yıla yayılan İslamcı geleneğin çözümlemesi, devletle kurulan/kurulduğu varsayılan entegrasyon ilişkileri ve kanaat önderliği merkezli anlayışların sorgulanmasını da kapsar.
Amaç, bu çözülmenin yarattığı boşlukta yeni bir İslamcı sivil alanın imkânlarını konuşmak, var olan söz-eylem formlarını hem zihinsel hem pratik düzlemde sorgulayarak yeni alternatiflerin kapısını aralamaktır. Bu çerçevede bu kongrenin;
Bu kongre, bütün bu tartışmaları, savunma değil muhasebe zemini üzerinden; ikna değil üretim amacıyla; aidiyet değil sorumluluk bilinciyle yürütmeyi hedefler.
Gazze, sadece Gazze değildir. Tarihin dönüm noktasında Gazze tüm insanlığa bir çağrıdır ama ilahi mesajın doğası gereği öncelikle Müslümanlara bir çağrıdır. Bu çağrıyı işittik. “Aldık.” diyemiyoruz çünkü yaklaşık iki yıldır ne yapacağımızı bilmiyor gibi davranıyoruz. Öfkemiz var, merhametimiz var, gayretimiz var ama tüm bunlar bize neyi nasıl yapacağımızı söylemeye yetmiyor. Panikle başlayan hareketliliğimiz yerini gitgide çaresizlik ve hatta inançsızlık duygusuna bırakıyor. Çünkü süreç bize ümmet olmadığımızı gösterdi. Süreç bize Müslüman topluluklar olamadığımızı da gösterdi. Süreç bize müslümanlığımızın hassasiyet ölçütlerinin başkasıyla, başkalarıyla imtizaç edemeyecek biçimde bencillik, ayrılıkçılık, umursamazlık, kafa karışıklığı ve ne yazık ki korkakça bir çekingenlikle malül olduğunu gösterdi.
Kabul edelim, hali pürmelalimiz budur. Bu şartlar altında Gazze hakikatinin bize himmet etmesini umabiliriz. Bu himmet, bize hassasiyetlerimizi inancın ve müslümanca hareket tarzının gerektirdiği aciliyetin önüne koyma hastalığımızdan kurtulmayı öğretebilir. Şu ana kadar öğretmediyse de öğretebileceğinden ümidi kesmemek zorundayız. Gazze bizi çağırıyor. Gazze’nin bize Gazze’ye çağırdığını zannetmeyelim. Gazze bizi her şeyden önce bulunduğumuz halden çıkmaya çağırıyor, olduğumuz şeyden kurtulmaya çağırıyor. Çağrıyı almadığımız için bulunduğumuz halden ve olduğumuz şeyden duyduğumuz memnuniyette herhangi bir değişme veya azalma emaresi yok gibi görünüyor. Herkes – her fert ve her Müslüman topluluk – kendi hassasiyet öncelikleri uyarınca diğerinden şikayetçi. Kulağımız başka seslere, başka çağrılara açık değil. 7 Ekim’den bu yana hassasiyet biçimleriyle muhayyel ümmetin kalanından ayrılan her Müslüman fert, her Müslüman topluluk Gazze cenazesinin “öz ev sahibi” gibi davranıyor. Bu haleti ruhiye başkasından – yani diğer Müslümanlardan – kendi acısına katılmak, bu acıyı kutsamak dışında hiçbir şeye açık değil.
Türkiye’deki Müslümanlara yakışan bu haleti ruhiyeyi sahiplenip Gazze’nin acısını zimmetine geçirmek değildir. Tam tersine Gazze’nin varlığı, Gazze’nin acısı bizi kendimizden utanmaya çağırıyor olmalıdır. Ne yapacağımıza dair tüm sorgulamaların, tüm gayret ve girişimlerin başlangıcında bu utancın yer alması gerektiği kanaatindeyiz. Siyonizme karşı, küresel emperyalizme karşı fiiliyatta eğik olan başlarımızın birbirimize karşı dik durması da bizi utandırmalıdır artık. Yere göğe sığdıramadığımız hassasiyetlerimizin telkiniyle birbirimize karşı dik tuttuğumuz bu başlar mağrur olmayı hak edecek hiçbir amelin sahibi değildir.
Gazze bizi çağırıyor. Gazze bizi yalnızca Müslümanlık vasatında biz olmaya çağırıyor öncelikle. Her biri Rabbimizin ayetleri olan tarih, coğrafya ve insanlık bizi yalnızca “Müslüman biz”ler olarak göreve çağırıyor. Gazze bizi göreve çağırıyor.Gazze’de can çekişen dünya ve insanlık bizi çağırıyor. Bu “biz” devlet ya da benzeri başka bir organizasyon değildir. Bu biz, biziz. Kendisine Müslüman diyenler, “ben Müslümanların ilkiyim.” diyenler.
Şimdi önümüzde birçok soru bulunmaktır. Örneğin, neden etkin bir mücadele gerçekleştiremedik? Ya da, yaptıklarımız Gazze için her şeyi yapabildiğimiz anlamına geliyor muydu? Birlik olarak başarılabilecek her girişimden niçin daha çok ayrışarak çıktık? Ülke içinde gitgide kısılan sesimizi ülke dışına duyurma çabamız makul ve gerçekçi miydi? Hiç olmazsa İsrail’e ve Siyonizme Türkiye’den giden maddi manevi yardım ve destekleri engelleyemez miydik? Boykotta başarılı olduk mu? Türkiye’deki boykotlu ürün sahipleri bizden korkmuyor, çekinmiyor tam tersine bizimle alay edebiliyorsa boykotumuzun etkin ve caydırıcı olduğu söylenebilir mi? Boykot ürünlerine karşı insani gerekçelerle agresif bir hukuki mücadele yapılamaz mıydı? Mevcut halimizin adını Müslüman özgüvensizliği koymak hadsizlik mi olur? Zira çok az eylemimizde müslümanca bir özgüven sergileyebildiğimiz apaçık ortadadır. İki yıla yayılan çeşitli eylemlerimiz modern olduğu kadar müslümanca da olabilmiş midir?
Gazze bizi çağırıyor. Bizi kendimize çağrıyor. Bu gerekçeyle, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze bağlamında yaşanan süreci bir dönüm noktası olarak kabul ederek bizler; Türkiye’de İslamî çevrelerin, sivil toplum yapılarının ve fertlerin, hülasa bizlerin bu krize verdikleri tepkilerin bütüncül, eleştirel ve sahici bir muhasebesini yapmayı gerekli gören Tarihin Sonunda Anti-Siyonizm Kongresi‘yi toplanmaya çağırıyoruz.




