Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün burada, Türkiye’ye iltica etmiş Suriyeli çocukların ölümüne ve şimdi onların evlerinde, bir bombadan saklanır gibi saklanmalarına sebep olacak kadar aşırı uçlara ulaşan ırkçılığa müdahale etmek, bu müdahaleye karar kılan irademizin varlığını ilan etmek ve bu iradenin bir teşekkülü olan Medine Deklarasyonu’nu duyurmak için toplandık.
İnsan, bir hafızaya sahip olabilme kudretiyle kendini başkalarından ayırma kabiliyetini temin eder. 2024 yılında ve İstanbul şehrindeyiz. Fransız Devrimi’nden bu güne iki asır, Tanzimat Fermanı’nın okutulmasından bugüne 185 yıl geçmiştir. Birinci Cihan Harbi ve sonrasında Ortadoğu’nun bugünkü sınırlarının çizildiği Sykes–Picot Anlaşmasının imzalanmasından bugüne bir asır geçmiştir. Suriye’nin Fransız mandasından kurtulmasından bugüne 79 yıl, Ortadoğu’nun etnik ve mezhepsel temellere dayanarak küçük devletlere ayrılması ve bu devletlerin ekonomik olarak Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi olan İsrail’e bağımlı hale getirilmesinin üzerinden 47 yıl ve Suriye’deki Captagon rejiminin kuvvetleriyle halka yapılan katliamdan bu yana 13 yıl geçmiştir. Bu katliamın ardından 2022 yılı itibariyle, gerçek rakamın bunun çok üzerinde olduğu şerhiyle, ölen insan sayısı resmi rakamlarda yaklaşık 306 bin olarak tanımlanmıştır. Bunun arkasından Suriye’den göç etmek zorunda kalan insanların bir kısmı Türkiye’ye sığınmıştır.
Bu tarihleri niye sıralıyoruz, bugün niye buradayız? Aslında tarihleri arkaya arkaya sıralamanın meydana getirdiği anlam dizgesi, kendini yeterli ve yetkin olarak ifade ediyor. Bugün buradayız, çünkü bugün yaşadığımız meseleler, tam olarak bulunduğumuz yer ve zamanla alakalıdır. Bugün yaşadığımız mesele bir ırkçılık meselesi değildir. Mesele, bu topraklarda ve bütün yeryüzünde insanların hangi isimle birbirlerinden ayrılmaya başlandıklarına ilişkin bir meseledir. Mesele, İstanbul’un medenî ve emin bir belde olup olamayacağına dair bir meseleden başkası değildir. Tarihte Avrupalılaşmanın başlangıcından bu yana bütün dünyaya, kademeli olarak ölüm ve çirkinler ithal edilmiştir. Öyleyse bugün ülkemizde neler yaşanıyor? Tarih çok çeşitli ırkçılıklara tanık olmuştur. Irkçılık, Batı Avrupa’nın dünyaya armağan ettiği kavramlarla başlamamış olsa da, bu kavramlar aracılığıyla kendine bir form bulmuş ve bugün, ülkemize sığınmış olan Suriyelilerin yaşadığı örneklerde görüldüğü gibi yeniden bu kavramlarla realize edilmiştir. Irkçı “sınıf”ı insanlık tarihi kadar eski bir sınıftır ve bu “sınıf”ın üyeleri birbirlerine, kan bağını ve zamanı aşan daha güçlü akrabalıklarla bağlıdırlar. Hatta, ırkçı olmak isteyip onlara katılmak isteyen birini din, dil ve ırk ayrımı göz etmeden kabul ederler. O zaman aslında ırkçı olmaktan bahsetmek yanlıştır. Çünkü saf ırk diye bir şey olmadığı gibi ırkçılık da yoktur. Öyleyse asıl sorulması gereken sorular şunlardır: Bu insanların zayıflıkları neler? Gerçekte neye ihtiyaçları var ve ne istiyorlar? Türkiye’de ırkçılık bazıları için dolara mı endekslidir? Ya da daha doğrusu, insanlar hangi koşullarda ırkçılıklarını gizlerler ve hangi koşullarda bunu dile getirmek kolay olur? Bu soruların açtığı alanlar gösteriyor ki, ırkçılık asal bir sebep değildir. Öyleyse ortadan kaldırılamaz. Bunun yerine ihtiyaç anında sürekli yeniden icat edilir ve bize insanların, zaaflarını ve gerçek arzularını işaret eder. Nitekim 19. yüzyıla kadar bilinse de hiçbir rol oynamayan bu ulus fikrini Doğu’ya Frenkler öğretmemiştir, fakat öğrettikleri şey bu fikrin “bir işe yarayabileceği” düşüncesidir. Bu nedenle, ihtiyaç doğduğunda geriye dönük olarak herkes onu icat etmeye başlamıştır. Bir zaman önce Türkiye bir muhacir ülkesiydi, bugün Cezayirli bir kız Fransa’dan Türkiye’ye iltica etmenin kendi yaşamının teminatı adına bir değişiklik yaratacağı fikrine şüpheyle bakmaktadır. Türkiye’deki bütün siyasiler, sarahaten İslam karşıtı bir siyasi program yürütemeyeceklerinin farkındalardır, bu yüzden insanlar bunu yapmak için dolambaçlı yolları tercih etmektedirler. Çünkü bir düşünceye karşı çıkış, her zaman ya onu savunarak, ya onun en kötü ya da elimizdeki örnekte olduğu gibi onun en zayıf üyeleri üzerinden yapılır.
Bu sınıflar, şüphesiz kurgusaldır; fakat acı gerçektir. Bugün bu sözleri söylememizin ve bu kavramlarla mücadelemizi ilan etmemizin arkasında insanların çektiği acılar bulunmaktadır. Irkçılık öyledir ki, onun aksini savunduğunuzda kolaycı ve aceleci davranırsanız ırkçılığın başka bir türüne savrulursunuz. Batı Avrupa’nın insanlara öğrettiği bu düşünme alışkanlığıyla davranıp, bu kavramlardan istifade etmeye çalışanlar işte bugün, bütün Suriyelileri kurgusal ve tek bir kategoriye indirgeyerek yargılamaktadırlar. Bugün Türkiye’de bu tezin sahipleri, insanlara kendi tezlerinin tam zıddını söyletmeye çalışmaktadırlar. Bir kişinin belirli bir sınıfa karşı çıkanlarla verdiği mücadelede, onların taktığı isimleri kullanması ve bilhassa belirli sınıflara atıf yapması, bu dile ve bu dilin tanrılarına boyun eğmek olur. Irkçılar, kendi indirgemeci tavırlarını dayatarak, bu bir karşıtlık bile olsa insanları kendileri gibi, fakat tersten bir ırkçı yapmaya çalışmaktadırlar. Ve böylece bu onların işine yarayacaktır. Bugün Türkiye’de “Suriyeliler gitsin.” diyenlerin en çok istedikleri şey birilerinin “Suriyeliler kalsın.” diye slogan atmalarıdır. Çünkü kendi yarattıkları kurgusal düşmandan ve onlara nefret duymaktan başka onları bir araya getiren hiçbir unsur bulunmamaktır. İşte bu yüzden, biz bu dili ve onun bütün putlarını reddediyoruz. Çünkü hiç kimse bir başkasının suçlarından sorumlu tutulamaz. Çünkü “Kimse başka kimsenin günahını üstlenemez.” Ve beyazın siyah üzerinde, siyahın da beyaz üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır.
Öncelikle hükümete sesleniyoruz:
Yanlış politikalarınızın bir yan ürünü olan göçmen konusundaki kamuoyu beklentilerini hızlıca karşılamak, böylece Suriyelileri göz önünden almak, “gönüllü” geri dönüşe zorlamak için onları geri gönderme merkezlerinde hukuksuzca alıkoyduğunuzu biliyoruz. Ve alıkoyduğunuz insanları; sizin de kesinlikle güvenli olmadığını bildiğiniz, insanların maddi olarak çok büyük imkânsızlıklar içinde bulunduğu ve büyük bir kısmının kamplarda yaşadığı bölgeye, büsbütün keyfiyete bağlı olarak gönderdiğinizi biliyoruz. Bunu aylarca yaptınız ve şimdi istikrarlı bir programa adım atmazsanız, yine cari yanlışlarınızın bedelini masum insanlar ödemek zorunda kalacak. Yanlış politikanızın sonuçları yüzünden ve onları savunabilecek birisinin olmamasından aldığınız kolaylıkla, kadınları ve çocukları bu çirkin hapishanelerde aylarca zapt ettiniz. “Geçici Koruma Statüsü” altında ve plansız programlarla bir nesil büyüdü. Pek çoğu okullarda akranları ve öğretmenleri tarafından ayrımcılığa ve mahkemelerde haksızlığa uğradılar. Şimdi, bu yanlışlıklarda size ait olanları kabul ederek size verilen yönetme sorumluluğunu ikrar edin. Türkiye’de bu konuda çalışmalar yapan ve yapmaya hazır onlarca sivil toplum örgütünü çağırın. Birlikte çalışın. Beşar Esed bir katildir ve onu affetmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Şimdi, geri gönderme merkezlerinde başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere insanlara yaptığını zulümleri, kendi yazdığınız yasalara bile uymayan ve hepsi ayrı birer suç olan gözetim ve deport uygulamalarını sonlandırın. Artık kolaycı, süreksiz ve hızlı değil, fakat gerçekçi ve istikrarlı bir uygulamaya adım atın.
Şimdi ise, Bugün Türkiye’de düşüncesi esaret altında olmayan ve bir imtiyazı kendisi için ümit eden insanlara sesleniyoruz:
Karşı karşıya olduğumuz ırkçılık virüsü çok bulaşıcıdır. Ve bütün virüsler gibi kendisine konak canlılar aramaktadır. Öyle ki bu salgın toplumda en zayıf bünyeye sahip insanlar üzerinden yayılmaya başlamaktadır. Ve sadece aynı dili konuşan insanlar anlaşabilir olduğundan, ki biz de ırkçı bir dili bir kez savuşturduğumuza göre, doğal bir sonuç gereği bu bildirinin zayıf bir bünyeye hitap edebilme ihtimalini ekarte etmiş olduk. Bu sözler ile aramızda bu, lafzen bir kez daha bildirilmiş olsun. Böylece bu deklarasyon içinde, bu saf sözcüklerle, güçlü bir bünyenin meyvesi olan sözcüklerle, yalnız ve sadece imtiyazlı bünyelere seslenebilmek ümidiyle kendi içimizde ikrar ediyoruz: Şu anda yakın çevremizden biliyoruz ki binlerce Suriyeli kadın ve çocuk, bir bombadan saklanır gibi evlerinde saklanıyorlar. Bugün, bir eşiktir. Belki yarın biraz dinecek; sonra virüs tekrar kuluçkaya yatacak. Bir zaman geçince dışarıda bomba sesleri yine duyulmaya başlanacak. Bu bir benzetme değil. Onların bugün dışarıda hayatlarına kast eden, ellerine bir imkân geçse onları öldürmeye hazır insanlar var. Ve insanlar, bugün birilerinin elleriyle ve sözleriyle yaptıkları yüzünden günahsız bir çocuğun öldüğünü, yarın mutlaka unutacaklar. Ama biz, bir hafızaya sahibiz. Ve bugün yetke olan düşünce, göçmen nefretine ilişkin düşünceyi temsil etmektedir. Bu konforlu söylem alanı, bünyelerin içindeki zayıflığı ortaya çıkaran bir otorite alanı olarak büyüyüp, insanların göçmenlere kötülük yapabilecekleri rahat ortamı onlara temin etmektedir. Muhalif söylemler, ekonomik durumların kötülüğünü göçmenlere atfetmiş, kolay gerçekleştirilebilir bir teklif olduğu vurgusuyla göçmen karşıtı programları servis etmiş ve ekmek vaadiyle insanların içlerindeki ırkçılığı ortaya çıkarmışlardır. Böylece ırkçılık Türkiye’de dolara endekslenmiştir. Ve aslında gerçekleştirilebilir olmayan bu programların ürettiği nefret, çabalarını elde edemese bile bütün siyasi eşiklerin, kazananları siyasi açıdan ne olursa olsun her zaman göçmenler aleyhinde sonuçlanmasına hizmet etmiştir. Bugün siyaset bütün odaklarıyla, göçmen konusuna, ya savunmaya ya da bir eleştiriye hizmet edecek bir konu olarak bakmakta ve tıpkı gittiği her yeri telef eden istilacı bir tür gibi geride toparlanması öncekinden bile güç bir ortamı bırakmaktadır. Ve yine bütün odaklar, söylemlerine konu olabilecek bir mesabede bir olay yaşanana kadar bu olayı unutmayı tercih edeceklerdir. Bütün meselelere sirayet eden bu iktidarsız bağlamın üreticileri, siyasi puanlar için bu konuyu ele alış tarzlarıyla da bir kez daha konuyu dağıtmış durumdadırlar. Bugün biz konuyu toparlamak için burada bulunmaktayız.
Kuran’da “Müminler ancak kardeştirler.” buyrulmuştur. Bugün kanlarımızın kanlarıyla eşit kılındığı kardeşlerimize gösterilen bu ırkçı atmosfer, onların toplama merkezlerinde alıkonulmasına, hassaten seçim dönemlerinde sistematik nefret artışına, zam dönemlerinde kimi ev sahipleri tarafından evden çıkarılmalarına ve hepsi genelde, içlerinde gizledikleri bir kötülüğü gerçekleştirebilecek kadar büyük-küçük güce sahip olan çeşitli insanların el ele bu çirkinliği kitlesel ve sıradan bir şekilde icra edebilmelerine imkân vermiştir. Bu egemen düşünce ellerini kana bulamak suretiyle de kendini defalarca gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam etmektedir.
İşte bu yüzden bugün burada olan kişilerle gurur duyuyoruz. Irkçı olmamak cesaret gerektirdiği için. Ve sonra, bağlılıklarını sadece doğruya bildirmiş oldukları, yani kendi değerlerini doların dalgalanmasına bırakmadıkları için. Çünkü savaşa kaybeden tarafta girdiler. Yani, köksüz meşruiyetini sadece onu savunan kalabalıkların çoğunluğundan elde etmiş bir düşüncenin onlara sağlayacağı teminatı ve ondan doğan suçlu konforu reddettiler. Üstelik, içlerindeki doğruyu gizlemediler ve yalnızca kalpleriyle buğz etmekle yetinmeyi reddettiler. Bugün hepimiz, bütün suçların kendilerine isnad edildiği kardeşlerimizle kendimizi bir tutarak, onların yüklendiği güçlükleri birlikte göğüslemek iradesinde olduğumuzu bildiriyoruz. Irkçılığa karşı olduğunu söyleyen insanların bir kısmına dair başka bir ayrıntı, onların ırkçılığın bütün türlerine değil fakat yalnızca belirli türlerine karşı olmalarıdır. Hangi ırkçılığa karşı oldukları konusundaki tercihleri bile, kendi içlerinde gizlediklerini ele vermektedir. Biz bugün, en şiddetli tikelini göçmenlere yönelik olarak bulmuş bu suç üzerinden, onun bütün örneklerine karşı çıkıyoruz.
Ve Suriyeli kardeşlerimize sesleniyoruz:
نحن نخاطب الشعب السوري من هنا، الشعب التركي يريد أيضًا سقوط نظام الأسد. أنتم لم تتركوا وطنكم بإرادتكم بل أُجبرتم على الهجرة. يجب علينا أن نعمل معًا بجد لإنقاذ هذا البلد. نحن هنا لنعلن أننا لا نوافق على المظالم التي تحدث لكم، وأننا بجانبكم. لا تخافوا! نحن لسنا عنصريين، نحن معكم وكلنا واحد
(Türk halkı da Esed rejiminin düşmesini istiyor. Sizler ülkenizi kendi isteğinizle terk etmediniz, fakat göç etmek zorunda kaldınız. Ve bu ülkeyi kurtarmak için hep birlikte çok çalışmalıyız. Bugün, başınıza gelen haksızlıkları reddettiğimizi ve sizin yanınızda olduğumuzu belirtmek için buradayız. Korkmayın! Irkçı değiliz! Ve sizinle birlikteyiz. Ve hepimiz biriz.)
İşte böylece “İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek.” buyruğu uyarınca Medine Deklarasyonu’nu aramızda var kıldığımızı, bildiriyoruz. Medine Deklarasyonu, herkesçe bilinsin.
Bu antat içinde, başta Suriyeli kardeşlerimiz olmak üzere, ırkçılığın her türlüsüne karşı bir tek el gibi tekvücut olma irademizi yoğunlaştırdığımızı bildiriyoruz. Böylece ırkçılığa karşı önce kendi çevremizde başlattığımız anti-ırkçı program olan bu hareket tarzımızın özünü bizle veyahut kendi organizasyonları içinde gerçekleştirmeye, onu benimseyen herkesi davet ediyoruz.
Medine Deklarasyonu üç eylemi tazannum etmektedir,
Yineliyoruz: Bu antat içinde bir kez daha, başta Suriyeli kardeşlerimiz olmak üzere, ırkçılığın her türlüsüne karşı bir tek el gibi tekvücut olma irademizi yoğunlaştırdığımızı bildiriyoruz. Ve yine “İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek.” buyruğu uyarınca Medine Deklarasyonu’nu aramızda var kıldığımızı, bildiriyoruz.
Şahit misiniz?
Benzer temada eklenmeye devam edilecek.
Benzer temada eklenmeye devam edilecek.